Denizli Adı ve Tarih İçinde Denizli

Denizli Adı ve Tarih İçinde Denizli

Anasayfa Blog
08.05.2025 16:03:50 İncelerliler Derneği

Denizli Adı ve Tarih İçinde Denizli

Denizli, Ege Bölgesi’ni Akdeniz, İç Anadolu bölgelerine bağlayan yollar üzerinde kurulmuş önemli bir geçiş bölgesidir. Gerek bu coğrafi avantajı gerekse sanayisinin geliş olması bakımdan bölge iller arasında cazibe merkezi haline gelmiş ve oralardan ciddi göçler almıştır. Bunun sonucu olarak da Denizli, bölge içerisinde bir kültür mozaiği haline gelmiştir.

 

İncelerliler Derneği

İncelerliler Derneği

Tüm Blog Yazıları

Denizli Adı ve Tarih İçinde Denizli

Denizli Adı ve Tarih İçinde Denizli 

Yukarı Menderes vadisinde, İç Anadolu ve Antalya’ya giden yollara hâkim bulunan Laodikeia şehri, Türklere geçiş sırasında Lâdik/Lazikiye adını miras olarak bırakmıştır. 12. yüzyıl sonlarında bu bölgeye gelen Türkler, Bizanslılara ait bazı şehirleri eski adlarına uygun şekilde anmaya çalışmışlar ancak zamanla Türkçenin ses yapısına uydurmuşlardır. Laodikeia ismi de ileriki zamanlarda Türkçenin söyleyiş kolaylığına göre Lâdik halini almıştır. Ancak Khonae- Honas; Khoma- Homa; Tabae-

Tavas şeklinde günümüze kadar anıla gelmiş olmasına rağmen Lâdik adı, Laodikeia şehrinde iskân devam etmediği için kaybolup gitmiştir.  

13. yüzyılın ikinci yarısında bazı kaynaklarda Lâdik adının yanında Toğuzlu adının da kullanıldığı görülmektedir. 1333 yılında bu bölgeyi ziyaret etmiş olan İbn Battuta, Lâdik şehrine aynı zamanda Donguzlu denildiğini de söylemektedir. 1402 yılı sonlarında Denizli’ye gelen Timur’un resmî tarihçileri de Tonguzluğ veya Tenguzluğ imlalarını kaydetmişlerdir. 15. ve 16 yüzyıl başlarındaki Osmanlı dönemi kayıtları umumiyetle hep Tonuzlu okunabilecek şekilde kaydetmişlerdir.  

Denizli adının ilk zamanlarına ait bu oluşum, Türkçenin kendi kuralları içindeki bir gelişmeden ibarettir. “G” sesinden “n” sesine geçiş, şimdiki alfabemizde bulunmayan “ng” diye de ifade edilen nazal “n” veya “sağır kef”in bir gelişmesidir. Şu halde “Toguzlu” erken dönemin (XII-XII. yüzyıllar), imlası; Tonguzlu bir sonraki (XIVyüzyıl) merhaledir.

XV. ve XVI. Yüzyıllarda kullanılan Tonuzlu veya Tunuzlu imlasından XVI. Yüzyılın ikinci yarısında “Denizli” imlasına geçilmektedir. Bu değişimdeki etken, Tonuzlu isminin telaffuz ve manasının “domuz” adını çağrıştırdığından, ruhlara artık kaba ve nahoş gelmiş olmasıdır (Baykara, 2007: 108-113).   

Denizli adı ile ilgili olarak, Prof. Dr. Hasan Eren’in söyledikleri dikkati çekicidir. Hasan Eren,   Denizli adına dair şunları söylemiştir: “Denizli şehrinin adı ilginç bir örnektir. Denizli’de (veya çevresinde), deniz (veya büyük bir göl) yoktur. Bu sebeple Denizli adının “deniz” ile ilgisi kolay kolay açıklanamaz. Ancak eski kaynaklarda bu adın Tonuzlu (˃Donuzlu) biçiminde geçtiğini görüyoruz. Bu eski biçimlere dayanarak denizli adının domuzlu (˂Donuzlu˂ Tonuzlu) biçiminde geldiğini kolaylıkla kestirebiliriz. Domuzlu (˂Donuzlu)adının Denizli’ye çevrilmesi bir halk etimolojisi olarak değerlendirilebilir” (Eren, 1991: 134).

Netice olarak diyebiliriz ki Denizli kalesi yapıldığı zaman, kalenin etrafı, dereler, engebeli arazi, ağaç ve ormanlarla çevrili olduğu için domuzların yaşadığı bir yer olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple, Denizli isminde “domuz” esasının varlığı başlangıçta söz konusu olsa bile, sonraki dönemlerdeki gelişmelerle, Türkçenin genel hususiyetlerine bağlı olarak değişmiş ve Denizli halini almıştır.  

Denizli’nin Türklerden Önceki Durumu 

Denizli’nin üzerinde bulunduğu Çürüksu Vadisi ve Büyük Menderes havzası yerleşmeye çok müsait olması hasebiyle tarih öncesi devirlerden beri iskâna sahne olmuştur (Gökçe, 2000: 24).  

Denizli, sonradan Osmanlı devrinde de görüldüğü gibi daha çok kuzeyi ile ilgili bir idari birimin içinde yer almıştır.  Bu sebepledir ki antik dönemde Phirigia içinde yer almıştır. Ancak Phirigia çok büyük olduğundan güneyindeki kısma dâhil edilmiştir.  

Denizli yöresinde en eski iskân Beyce Sultan Höyüğü’ndeki kazıların gösterdiği gibi MÖ 5- 4000’lere kadar geri gitmektedir. Bu tarihlerden beri Denizli’nin şimdiki toprakları yerleşim yeri idi. Ancak MÖ 3.000 yıllarına kadar bu topraklarda kimlerin yaşadığı bilinmemektedir. Denizli toprakları, 3. ile 2. bin arasında Hattiler, 2.000 içinde Hitit devleti çağında Arzava krallığına dâhil olmuş olmalıdır. Bu konudaki bilgiler henüz net değildir (Baykara, 2007:29)

Bu bölgeye Avrupa’dan gelenlerin yerleşmeleri ve Phrigia adını bırakmalarından sonraki zaman ise MÖ 1000 yılından itibaren daha iyi takip edilebilmektedir.

Denizlinin yakın çevresindeki uygun alanlar birer önemli antik şehrin kurulmasına imkân vermiştir. Bunları sırasıyla şöyle sıralayabiliriz:

Denizli’nin ortasında yer alan Çürüksu Vadisi’ (Lykos) nde Antalya ve Tavas ovasına açılan geçitlerin uygun yerlerinde Laodikeia bulunmaktadır. Doğuda Honaz’ın 5-6km kadar kuzeyinde Kolossae vardır. Çürüksu’nun ilerisinde Çökelez’in batı eteklerinde Hiyerapolis bulunur. Daha batıda ise Sarayköy yakınlarında Karura, biraz daha içeride ve doğuda Attouda yer alır.

Denizli’nin kuzeyinde bugünkü Çal ovasının İsabey kasabası yakınlarında Lunda, Çal’da Mosyna, Ortaköy’de ise Dionisopolis bulunmaktadır. Bunların kuzeyinde Motella ve Peltai, şimdiki Işıklı yerinde de Eumenia vardır.  

Çardak gölünün batı kıyısında antik şehir Sanaos, güneydeki Karaağaç ovasının ortasında Themision, daha güneyde ise Eriza yer alır.

Tavas ovasında o yüzyıllarda da üç yerde kuzeyde Herakleia (Kızılcabölük ve Vakıf yakınları); ortada Medet yakınlarında Apollanaia ve bugün, gerçek Tavas adı Kale olarak değişen Tabae; Bozdağlar ortasında Kızılca’da da Sebastapolis bulunmaktadır. Bu antik şehirler dışında daha küçük yerleşmeler de olmuştur.

Bizans döneminde Roma dönemine göre büyük değişmeler olmuştur. Batıya Efesos’a yönelen büyük ticaret yollarının canlılığını kaybetmesi, bu yol üzerindeki şehirlerin küçülmesine yol açtı. Bu dönemde ovaların ortasında yer alan canlı ve büyük şehirler küçülmüş, halk vadi içlerine çekilmiştir. Bunun bir sonucu olarak savunması güçlü sarp yerler daha büyük önem kazanmıştır. Bu türden yerlere en güzel örneklerden birisi Khonae yani Honaz olmuştur. Honaz daha X. Yüzyıldan önce Kolossae’nin yerini almış idi. Çünkü buranın sarp bir tepe üzerinde kurulu kalesi ile savunma imkânları çok güçlü idi. X. ve XI. Yüzyıllarda idari merkez olan Honaz oraya ulaşan yolları da canlandırmıştır (Baykara, 2007: 30-31).

İlk Fetih Yılları    

Denizli’ye Türkler ilk defa 1071 yılında geldiler. Türkler geldiğinde Denizli topraklarında kalabalık olmayan bir Bizans nüfusu yaşıyordu. Bunlar Eumenia ve Tabae (Tavas-Kale)’da idiler. Bunların dışında en büyük ve mamur olan şehir ise Honaz’dı.  

Bu yıllarda Selçuklu Sultanı Alparslan’a karşı isyankâr davranan Yıva oğuz Bey’i Erbasgan-oğlu Bizans’a sığınmış, İstanbul’a doğru yol almıştı. Bu asi komutanın ardından öteden beri Anadolu’ya akınlar yapan Afşin Bey ve diğer hudut beyleri geldiler. 1070 yılında Afşin Bey Anadolu’yu baştan başa geçerek Firigia kıtasına girdi ve buradaki en büyük şehir olan Honaz’ı aldı. Daha sonra Laodikeia’yı da yağma ederek askerleriyle birlikte Adalar Denizi sahillerine kadar gitti (Baykara, 2007: 35).

1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra 1075 yılına kadar Romalıların diyarı baştanbaşa Türkler tarafından zaptedilmişti. Denizli ve çevresi de Kutalmışoğlu Süleyman Bey maiyetindeki kumandanlar tarafından ele geçirilmişti.   

Bu ilk Türk fethinden sonra Denizli yirmi sene kadar Türk hâkimiyetinde kaldı. 1097’deki Haçlı saldırısından sonra Çaka Bey’in ölümü ve I. Kılıçarslan’ın güç durumda kalmasından yararlanmak isteyen Bizaslılar, XI. Yüzyılın sonlarında komutan Yuannis Dukas’ı bu toprakları geri almak için görevlendirdi. O sırada Türk kuvvetleri iç bölgelerde Haçlılarla savaştıkları için Dukas, Laodikeia, Honaz ve Çardak taraflarını rahatça ele geçirmiştir. Ancak bu çok uzun sürmemiş, Haçlı ordusunu dağıtan Kılıçarslan 1102 yılında buraları tekrar fethetmiştir.  

Kılıçarslan’ın bu zaferini içine sindiremeyen Bizans İmparatoru Alexis Komnenos, kumandanlarından Philocal’ı buraları geri almak için görevlendirmiştir. Philocal, ordusuyla gelerek Laodikeia’yı almış, Beşparmak dağlarına çadır kuran Türklerin üzerine giderek onlara büyük zulümler yapmıştır. Bu zulüm ve vahşet, Türkler arasında büyük yankılar uyandırmış ve hemen herkes matem yutmuştu. Bunun intikamını almak isteyen Atabeg Hasan Çukurova’dan 24.000 kişilik ordusuyla bu bölgeye geldi ve 1111 yılında Denizli bölgesini tekrar Türk hâkimiyeti altına aldı.  

Bu tarihten sonra Laodikeia Türklerin bir uç ve mühim garnizon mevkii olmuştur. Türk kuvvetleri buradan sık sık Bizans topraklarına akınlar yapıyorlardı. Bunlardan rahatsız olan Bizans İmparatoru Jean Komnenos 1119 yılında İlk olarak

Laodikeia’yı tekrar geri almak için sefere çıktı ve bunda başarılı oldu (Baykara, 2007: 36-37).

Bunlardan sonra 1147 yılında Denizli’de haçlı seferlerini görmekteyiz. Bu yıllarda Anadolu’ya giden yollardan sadece Laodikeia’dan geçeni Bizanslıların denetimi altındaydı. Bu yüzden de 1147 yılında Fransız Haçlıları Anadolu’ya açılabilmek için bu yolu tercih etmişler ve 4 Ocak 1148 tarihinde Laodikeia’ya gelmişlerdir. Laodikeia’nın Bizanslı kumandanı Türklerle iş birliği yapmış, bütün şehir halkı eşyaları ile birlikte ayrılıp şehri tamamen boşaltarak güneydeki dağların içine çekilmişti. Bu hareket haçlıları çok zor duruma düşürmüştür. Zira Antalya’ya kadar başka bir yerden erzak temin etme imkânları yoktu. Fransız Haçlıları 6 Ocak 1148 tarihinde Antalya’ya doğru hareket ettiler. Önlerinde geçmeleri gereken yüksek ve sarp bir geçit olan Kazıkbeli vardı (Baykara, 2007: 39-40).

Kazıkbeli’ne bir gün sonra vardılar ve burada kendilerinden önce burayı geçmek isteyip de geçemeyen alman Haçlı ordularının cesetleriyle karşılaştılar. Bu durum onlarda büyük bir paniğe sebep oldu. Menderes kenarında birkaç gün önceki yenilginin öcünü almak isteyen Türk kuvvetleri de tepelerden Haçlıların hareketlerini gözlüyorlar ve saldırmak için fırsat kolluyorlardı. Nitekim Kazıkbeli’nde dar bir yerde sıkıştılar ve büyük panik yaşadıkları bir anda Türklerin saldırısına uğrayarak ağır bir yenilgi aldılar. Kazıkbeli Savaşı olarak da adlandırılabilecek bu savaş Haçlıları çok üzmüştü. Savaştan canlarını kurtarabilen az sayıda şövalye ve ordu aç kaldıkları için ancak ellerindeki sağ kalan atların bir kısmını yiyerek Antalya’ya varabilmişlerdi.    

II. Haçlı Seferi sırasında gayet dostane olan Türk-Bizans ilişkilerinin bozulmasından sonra Laodikeia tekrar zaman zaman Türk akınlarına uğramıştır. 1157 senesinde İstanbul’dan Alaşehir civarına gelen Manuel Komnenos, Türk topraklarına girerek yağmalamalarda bulunmuş, bütün etrafı yakıp yıktıktan sonra İstanbul’a geri dönmüştür. Bu yapılanların intikamını almak isteyen Türk birlikleri 1157 senesinde Laodikeia üzerine saldırdılar ve şehri yağma ederek bütün halkı da esir aldılar. Bu zaferin ardından 1161 yılında Manuel Komnenos ve II. Kılıçarslan arasında 13 yıl süren bir dostluk devri başladı. Bu 13 yıllık süre zarfında Komnenos yıkılan kalelerini tamir ettirdi askerlerini kuvvetlendirdi ve nihayet 1176 yazı sonlarında Türkleri Orta Anadolu’dan sürüp çıkarmak amacıyla büyük bir ordu ile Laodikeia’ya geldi. Buradan da Honas, Kelaneia ve Lampis yoluyla Homa’ya ve nihayet Selçuklu ordusunun tuttuğu Miryakephalon geçidine ulaştı. 17 Eylül 1176 tarihinde yapılan savaşı Selçuklu ordusu kazandı ve böylece Bizans’ın Türkleri Batı ve Orta Anadolu’dan atma teşebbüsleri tamamen ortadan kalkmış oldu (Baykara, 2007: 51-53).

Laodikeia, II. Haçlı ordusuna göstermiş olduğu tepkiyi III. Alman Haçlı Ordusuna göstermemiştir. Türkmenlerin şehir etrafına kadar gelip keçe evlerini kurduklarını gören şehrin Rum halkı, Türk hâkimiyetinin iyice yaklaştığını hissederek öbür Bizans şehirlerinin aksine 25 Nisan 1190 tarihinde Haçlı ordularını büyük bir sevinçle karşılamışlardır. Frederik Barbaros halkın bu davranışından çok mutlu olmuştur. Haçlı ordusu Laodikeia’dan sonra Acıgöl üzerinden yürüyüşlerine devam etmişlerdir (Baykara, 2007: 56). 

Türk Fethi ve Denizli ve Yöresinin Türk İdaresine Katılması 

Gıyaseddin Keyhüsrev, 1182 tarihinden itibaren bulunduğu Uluborlu melikliği sırasında batıda Lâdik/Laodikeia kendisinin önemli hedefleri arasındaydı. 1192 senesinde Selçuklu tahtına geçtikten sonra bir süre yüzünü sadece batıya çevirmişti. 1196 senesinde Gıyaseddin Keyhüsrev sultan olup gücünü de kanıtlayınca Burdur üzerinden Salda Gölü kıyısından yani Sultan Pınarından geçerek Denizli’ye gelir.

Denizli havalisi dördüncü ve nihai olarak Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethedilmiş ve Türk ülkesine katılmıştır (Baykara, 2007: 57-58).

 Ama Denizlinin özellikle Honaz bölgesi hala Bizans kontrolündeydi. 1206 senesine gelindiğinde Honaz da dahil olmak üzere Denizli topraklarının çok büyük bir kesimi artık Türk askerlerinin denetimi altındaydı. Yörenin idare teşkilatı yeniden düzenlendi ve Honaz merkez olmak üzere en azından iki vilayetli bir eyalet yani sübaşılık oluşturuldu (Baykara, 2007: 67).

Denizli vilayeti toprakları, 13.yüzyıl başlarından itibaren “Uc”’un güneybatı kanadını teşkil ediyordu. Denizli havalisi, bilhassa vilayetin orta ve güneydoğu kesimleri bu yüzyılın ilk yarısında kalabalık ve yoğun bir Türkmen nüfusu içeriyordu (Baykara, 2007: 73) Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise şimdiki Denizli vilayeti topraklarında iki ana kesin fark ediliyor. Çürüksu-Acıgöl hattının kuzeyinde Peçenek veya Kıpçak kökenliler; güneyinde ise Salurların etkin olduğu görülüyor. Bu dönemde bu bölgede yaşayan Türkmenler henüz boylarının ismini taşıyan Beylerin idaresinde idiler (Baykara, 2007: 76).  

14.yüzyılın başlarına geldiğimiz zaman şimdiki Denizli vilayeti topraklarının kuzeyi Germiyanoğullarının, güneydoğusu Hamid, güneybatısı bu tarihlerde var olan Tavas Beyliğinin toprakları idi. Denizlinin kurulduğu düzlükte ise inanç beyliği bulunmaktaydı (Baykara, 2007: 93). Bu yüzyılın sonlarında denizli şehir olarak Osmanlı idaresine katılmıştır. Yıldırım Bayezid 1391 yılında Anadolu’daki beylikleri kendisine bağladığı sırada Denizliye de uğramış ve burasını da Osmanlı devletine katmıştır. Bundan sonraki yıllarda zaman zaman Osmanlı idaresinden çıkan şehir 1429 yılında kesin olarak tekrar Osmanlı idaresine katılmıştır (Baykara, 2007: 99).    

Denizli’nin 1429 yılında ikinci kez Osmanlı yönetimine girmesinin ardından

1453 yılında İstanbul’un fethedilmesi ile Denizli belli oranda istikrara kavuşmuştur (Kodal, 2007: 14).

Denizli, 16. ve 17. yüzyıllarda, Nahiye-i Lazıkıyye (Merkez), Nahiye-i İbsili, Nahiye-i Kaş-Yenice ve Nahiye-i Aydos olmak üzere başlıca dört nahiyeden oluşmuştur. Lazıkıyye merkez nahiyesi, bugünkü Denizli merkez ilçesi sınırlarında, İbsili, Buldan ve Güney ilçelerinin bulunduğu bölgede, Aydos ise Buldan ve Güney'in kuzeyinde, Uşak iline bağlı Ulubey, Eşme ve Alaşehir'in güneyinde batıda Kiraz yakınlarına kadar uzanan bir sahayı kapsamıştır.

Bu Nahiyeler 17. yüzyılda kaza haline getirilmiş, İbsili Nahiyesi, Ezine; KaşYenice Nahiyesi, Çarşamba (Cıharşamba) adını almıştır. Aydos ise daha 16. yüzyılda Gök-Öyük Kazası adıyla anılmaya başlanmıştır. Bu kazalara Honaz da ilave edilmiş ve kaza sayısı beşe çıkmıştır.

18. yüzyıl boyunca Kütahya Sancağı’na bağlı bir kaza olmaya devam eden Denizli, 19. yüzyılda Anadolu Beylerbeyliği’nin bölünmesi üzerine sancak haline getirilerek, yeni kurulan Aydın Sancağı'na bağlanmıştır. 1867 düzenlemesinden sonra

Menteşe ile birleştirilen Denizli tekrar kaza olarak, Aydın Sancağı'na katıldıysa da 1883'de Denizli sancağı yeniden kurulunca mutasarrıflık haline getirilmiş ve 1884'te Tavas, 1888’de Garbi Karaağaç’ın (Acıpayam) katılmasıyla Osmanlı dönemindeki en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Bu dönemde 6 kaza ve 1 nahiyeden oluşan Denizli’nin toplam köy sayısı da 385'e ulaşmıştır.

Milli mücadele yıllarında Denizli, Ege Bölgesi’nde Yunan işgaline karşı ilk tepki gösteren ve ilk direnen illerden birisi olması hasebiyle çok önemli bir yere sahip olmuştur (Kodal, 2007: 18).  

15 Mayıs 919 tarihinde Yunanların İzmir’i işgal etmesinin ardından, ilk protesto mitingi işgalden yaklaşık dört saat sonra Denizli’de Bayramyeri Meydanı’nda, büyük bir halk katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Denizli halkı, Yunanların Denizliye ulaşmaması için gerekli savunma önlemlerine katkıda bulunmuşlar ve Denizli’nin işgali olasılığına karşı da gerekli hazırlıkları yapmışlardır. Bu amaçla Denizli ve birçok ilçesinde hızlı bir şekilde Kuvâ-yı Milliye teşkilatları kurulmuş (Toker, 1983: 42). Bu teşkilatlar Denizli ve çevresinde açılan cephelerde büyük direnişler göstermiş, işgal kuvvetlerinin Denizli merkezine girmesini engellemişlerdir.  

KAYNAK:


DENİZLİ EFSANELERİ  

T.C. 

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ  

DOKTORA TEZİ  

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI 

M. Metin TÜRKTAŞ  

Danışman: Prof. Dr. Önder GÖÇGÜN 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Haziran 2012  DENİZLİ

08.05.2025 16:03:50 İncelerliler Derneği
forum

Yorumlar (1)

H

Hüseyin Yatağan

Her erde bulunması gereken bir kitap.. Hem tarih bilgimi geliştirdi hem dede ile torun arasında yaşanan kültürel ve ekonomik durum anlayışına farkına, toplumsal değişimin olmuştur olacaktır